Ona BTC verdim, seks için değil, huzur için

Adım Emre, 38 yaşındayım, İstanbul’un merkezinde modern bir dairede yaşıyorum. Bir startup’ta teknoloji direktörüyüm, günlerim toplantılar, son teslim tarihleri ve networking etkinlikleriyle dolu. Dışarıdan bakıldığında hayatım kusursuz görünüyor: iyi bir gelir, canlı bir arkadaş çevresi, dopdolu bir takvim. Ama sessiz anlarda, şehir uykuya daldığında, içimde bir boşluk hissediyorum. Aşk ya da geçici maceralar peşinde değilim; istediğim tek şey huzur, kendim olabileceğim, beklenti ya da baskı olmadan geçirebileceğim bir an.
 
Bir gece internette dolaşırken BTC Sugar Dating’e rastladım. İsim oldukça doğrudan, hatta biraz tartışmalıydı ve ilk başta tereddüt ettim. Companionship için para ödemek mi? Bu soğuk, hatta belki ahlaksız geliyordu. Ama sitenin açıklaması ilgimi çekti: “Değeri zaman ve bağ ile takas edin, Bitcoin’in gizliliği ve şeffaflığıyla güvence altına alın.” Kripto paraların anonimliğine her zaman ilgi duymuşumdur, bu yüzden yarı merak, yarı şüpheyle kaydoldum. Süreç basitti ve Bitcoin ile ödeme yapmak bana güvenlik hissi verdi—kişisel bilgi yok, iz yok.
 
Kaydolduktan sonra profilleri incelemeye başladım. Her profil küçük bir hikâye gibiydi: hobiler, kişilik, ilişkiden beklentiler. Gösterişli bir şey aramıyordum, sadece sakin bir anı paylaşabileceğim birini istiyordum. Sonra Zeynep’in profilini gördüm. Fotoğrafı sadeydi—bir kafede kitap okurken, abartılı filtreler ya da pozlar olmadan. Biyografisinde şöyle yazıyordu: “Gerçek sohbetler ve sakin anlar için buradayım. Dinlenmeye ihtiyacın varsa, buradayım.” Bu sözler içime dokundu ve ona mesaj attım.
 
Zeynep hemen cevap verdi, tonu sıcak ama profesyoneldi. Cumartesi öğleden sonra Beşiktaş’taki küçük bir kafede buluşmaya karar verdik. Erken geldim, bir espresso sipariş ettim ve pencere kenarına oturdum, kalabalık sokağı izledim. Biraz gergindim, romantik beklentilerden değil, bu buluşmanın nasıl olacağından emin olmadığım için.
 
Zeynep içeri girdiğinde, fotoğraftaki gibiydi: sade bir kazak, kot pantolon ve elinde Orhan Pamuk’un bir kitabı. Gülümsemesi yumuşak, rahatlatıcıydı. Hafif bir sohbetle başladık—o eski kitapçılarda gezmeyi sevdiğini anlattı, ben işteki stresten bahsettim. Ama konuşma kısa sürede derinleşti. Bana, “Emre, hayat çok gürültülü olduğunda en çok neyi özlüyorsun?” diye sordu. Duraksadım. Kimse bana böyle bir soru sormamıştı. Her zaman mükemmel olmak zorunda olmanın baskısından, itiraf etmediğim yorgunluktan bahsetmeye başladım.
 
İlk buluşma iki saat sürdü ama dakikalar gibi geçti. Flört yoktu, garip bir gerilim yoktu—sadece sakin bir nehir gibi akan bir sohbet. Ayrılmadan önce, platform üzerinden anlaştığımız miktarda Bitcoin gönderdim. Gülümsedi ve “Teşekkürler, tekrar görüşelim,” dedi. Bu para meselesi değildi; onun zamanına ve paylaştığımız ana saygı göstermekti.
 
Sonraki aylarda ara sıra buluştuk, bazen kafelerde, bazen sakin parklarda. Zeynep bir sığınak gibiydi. İşten yakındığımda dinledi, seyahatlerinden hikâyeler anlattı ya da sevdiği bir şiiri okudu. Bir akşam, Boğaz kenarında otururken, “Emre, bütün dünyayı sırtında taşımak zorunda değilsin,” dedi. Bu söz içime işledi. Uz